Varlık Barışının Usul ve Esasları Açıklandı

5 Temmuz 2022 tarihli ve 31887 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 7417 sayılı Kanun ile Kurumlar Vergisi Kanununa geçici 15 inci madde eklenerek yeni bir varlık barışı düzenlemesinde bulunulmuştu. 9 Ağustos 2022 Salı günü ise 31918 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Bazı Varlıkların Ekonomiye Kazandırılması Hakkında Genel Tebliğ ile yeni varlık barışı düzenlemesinin usul ve esasları hakkında genel tebliğ yayımlandı. Bu kapsamda yapılan düzenlemeler aşağıdaki gibidir:

  • Yurt dışında bulunan para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarının, madde hükümleri çerçevesinde, 31/3/2023 tarihine kadar Türkiye’deki banka veya aracı kurumlara bildirilmesi mümkündür.
  • Gerçek ve tüzel kişilerce, yurt dışında bulunan varlıklar için tek bir bildirim verilmesi esastır. Ancak, maddenin uygulamasında bildirimin yapıldığı her ay farklı bir vergilendirme dönemi olarak kabul edildiğinden, 31/3/2023 tarihine kadar (bu tarih dâhil) birden fazla bildirimde bulunulması mümkündür.
  • Madde kapsamında bildirime konu edilen varlıkların bildirimin yapıldığı tarihten itibaren üç ay içinde Türkiye’ye getirilmesi veya Türkiye’deki banka veya aracı kurumlarda mevcut ya da yeni açılan bir hesaba transfer edilmesi gerekmektedir.
  • Yurt dışında bulunan ancak kapsama girmeyen varlıkların (örneğin taşınmazların) 31/3/2023 tarihine kadar kapsamdaki varlıklara dönüştürülmek suretiyle söz konusu madde hükümleri çerçevesinde Türkiye’ye getirilmesi mümkündür.
  • Banka ve aracı kurumlar, kendilerine bildirilen varlıklara ilişkin olarak bildirim sahibinden bildirilen  varlıkların  değeri  üzerinden  30/9/2022  tarihine  kadar  yapılan  bildirimler  için  %1, 1/10/2022  tarihi  ila  31/12/2022  tarihi  (bu  tarih  dahil)  arasında  yapılan  bildirimler  için  %2, 31/3/2023 tarihine kadar (bu tarih dahil) yapılan bildirimler için %3 oranında peşin olarak tahsil edecekleri  vergiyi, bildirimi izleyen ayın on beşinci günü akşamına kadar vergi sorumlusu sıfatıyla beyan edecektir.
  • Yurt dışında bulunan ve madde kapsamında bildirime konu edilen varlıkların, Türkiye’deki banka ya da aracı kurumlardaki hesaplara transfer edildiği veya yurt dışından getirilerek bu hesaplara yatırıldığı tarihten itibaren en az bir yıl süreyle bu hesaplarda tutulması halinde, bildirilen varlıkların değeri üzerinden madde kapsamında uygulanması gereken vergi oranı %0 olarak dikkate alınacaktır. Bu durumda, banka ve aracı kurumlar tarafından tahsil edilerek vergi sorumlusu sıfatıyla vergi dairesine ödenen vergiler, düzeltme zamanaşımı süresi içinde vergi dairesine başvurusu üzerine ilgilisine iade edilecektir.
  • Gelir veya kurumlar vergisi mükelleflerince sahip olunan ve Türkiye’de bulunan, ancak kanuni defter kayıtlarında yer almayan; para, altın, döviz, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçları ile taşınmazlar, 31/3/2023 tarihine (bu tarih dâhil) kadar gelir veya kurumlar vergisi yönünden bağlı olunan vergi dairelerine doğrudan beyan edilebileceği gibi 340 sıra no.lu Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinde belirtilen usul ve esaslar doğrultusunda elektronik ortamda da beyan edilebilecektir. Vergi dairelerine beyan edilen varlıkların değerleri üzerinden vergi dairelerince %3 oranında vergi tarh edilecektir. Bu şekilde hesaplanan vergi, tarhiyatın yapıldığı ayı izleyen ayın sonuna kadar ödenecektir.

Yabancılar Türkiye’de İş Kurabilir Mi?

Türkiye dahil pek çok ülkenin ekonomi politikasının temellerinden biri, yabancı yatırımcıları çekmektir. Türkiye, sadece elverişli coğrafi konumu, gelecek vaat eden pazarı, gelişmiş sanayisi ve altyapısı ile değil, aynı zamanda yerel mevzuat gerekliliklerine uygun olarak şirket kuruluşu ve ticaret yapma kolaylığı nedeniyle yatırımcılar için en iyi seçeneklerden biri olmaktadır. 05.06.2003 tarih ve 4875 sayılı Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu, Türkiye’deki yabancı yatırımlara ilişkin hususları düzenleyen temel yasal düzenlemedir. Kanun, Türk girişimciler ile yabancı yatırımcılar arasında ayrım yapmamaktadır. Kanun’un 3. Maddesi, diğer hususların yanı sıra, uluslararası anlaşmalar ve diğer özel norm ve düzenlemelerde aksi belirtilmedikçe, yabancı yatırımcıların Türkiye’de serbestçe yatırım faaliyetleri yürütme ve ticari kuruluşlar açma hakkına sahip olduklarını belirtmektedir. Diğer bir ifade ile, yabancı yatırımcılar da yerel girişimcilerle birlikte eşit muamele görme hakkına sahiptir.

Yabancı gerçek veya tüzel kişiler, Türkiye’de şube ve temsilcilik açabilir veya şirket kurabilirler. Türkiye’de ticari şirketlerin nev’i ve organizasyon yapısı, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nda yer almaktadır. Anonim şirket (“A.Ş.”) ve limited şirket (“Ltd. Şti.”) ticari pratikte en yaygın sermaye şirketi türleridir. Şirket türlerinin kuruluş prosedürü ve idaesi benzer düzenlemelere tabi olsa da aşağıda kısaca belirtilen bazı farklılıklar bulunmaktadır:

  • Anonim şirket esas sermayesinin asgari tutarı 50.000 Türk Lirası olup, bunun %25’i şirketin tescilinden önce, kalan kısım ise tescilden itibaren 24 ay içerisinde ödenecektir. Limited şirket esas sermayesinin asgari tutarı ise 10.000 Türk Lirası olup, tescilden önce herhangi bir meblağ yatırmaya gerek yoktur; esas sermaye tutarı, şirketin tescil tarihinden itibaren 24 ay içinde ödenir.
  • Anonim şirketin hisse devri, hisse devir sözleşmesi akdetmek ve imzalamak suretiyle gerçekleştirilmektedir. Limited şirket pay devri söz konusu olduğunda ise pay devir sözleşmesinin noter tarafından tasdik edilmesi ve ticaret siciline tescil edilmesi gerekecektir.
  • Kanunen yasak olmayan her türlü ekonomik amaç ve konu için kurulabilen limited şirketler, sigortacılık ve bankacılık, döviz bürosu işletmeciliği alanlarında faaliyet gösteremezler.

Sermaye Kaybı ve Teknik İflas

Sermaye şirketlerinde faaliyetlerin zararla sonuçlanması ve finansal durumlarının bozulması, şirket sermayesinin kısmen veya tamamen karşılıksız kalmasına ve böylelikle şirket aktiflerinin şirket borç ve yükümlülüklerini karşılayamamasına neden olmaktadır. Sermaye kaybı ve borca batık olma durumunun hesaplanmasında (Sermaye + Kanuni Yedekler) – Öz Kaynaklar / (Sermaye + Kanuni Yedekler) formülü uygulanır. Bu hesaplama neticesinde şirketin sermayesinin belirli bir oranda veya tamamen kaybı halinde şirket yönetim ve karar organlarına birtakım yükümlülükler atfedilmektedir.

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 376. maddesi kapsamında sermaye şirketlerinde sermaye kaybı veya borca batık olma durumlarında uyulacak usul ve esaslar genel hatları ile düzenlenmektedir. Bununla beraber, 15.09.2018 tarihinde “6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 376ncı Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğ” ve yine 26.12.2020 tarihinde “6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 376ncı Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Tebliğde Değişiklik Yapılmasına Daire Tebliğ”in yürürlüğe girmesi ile sermaye kaybı ve borca batıklık haline ilişkin uygulamalara dair detaylı açıklamalar getirilmiştir. 

Bu yazımızda, sermaye kaybının türüne göre alınması gereken önlemler hakkında TTK m.376 ve Tebliğ ile getirilen düzenlemeler kapsamında bilgi verilmektedir. 

  1. Sermaye ile Yedek Akçeler Toplamının Üçte Birinin Karşılıksız Kalması

Son yıllık bilançodan, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının üçte birinin karşılıksız kaldığının tespit edilmesi halinde, şirket sermayesi özvarlığını korumakta kabul edildiğinden herhangi bir düzeltici eyleme ilişkin karar alınmaksızın faaliyete devam edilebilir. 

  1. Sermaye ile Yedek Akçeler Toplamının Yarısının Karşılıksız Kalması

Son yıllık bilançodan, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının en az yarısının karşılıksız kaldığının tespit edilmesi, Yönetim Kurulunun toplanarak derhal Genel Kurulu toplantıya çağırması ve şirketin finansal durumunu, zararın sebeplerini ve iyileştirici önlemleri Genel Kurula sunması gereklidir. Yönetim Kurulunun Genel Kurulu toplantıya çağırma görevini ihmal etmesi halinde, azınlık pay sahipleri de Genel Kurulu toplantıya çağırabilir. 

Yönetim Kurulu tarafından önerilecek iyileştirici önlemler, Tebliğ’de örneklendirme yoluyla sermayenin tamamlanması, sermaye artırımı, bazı üretim birimlerinin veya bölümlerin kapatılması, iştiraklerin satışı, pazarlama sisteminin değiştirilmesi ve benzeri önlemler şeklinde ifade edilmiştir. Bununla birlikte, belirtilen önlemlerin sınırlı sayıda olmayıp, şirketin finansal durumu ve faaliyetleri özelinde değerlendirilerek uygulanacaktır.

Yönetim Kurulu tarafından sunulan iyileştirici önlemler Genel Kurul tarafından aynen veya değiştirilerek kabul edilebileceği gibi, Yönetim Kurulunca sunulan bilgiler ve finansal tablolar doğrultusunda şirketin finansal durumunun düzeltilmesi için daha uygun olacağı kanaatine varılması halinde başkaca bir önlemin uygulanmasına da karar verilebilir.

  1. Sermaye ile Yedek Akçeler Toplamının Üçte İkisinin Karşılıksız Kalması

Son yıllık bilançoya göre, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının üçte ikisinin karşılıksız kaldığının tespiti halinde, Yönetim Kurulunun Genel Kurulu derhal toplantıya çağırması ve iyileştirici önlemler sunması ve Genel Kurulun da sermayenin üçte biri ile yetinme veya sermayenin tamamlatılmasına karar vermesi gerekir. Aksi halde, şirket kendiliğinden sona erer (TTK m.376.2). 

Sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının en az üçte ikisinin karşılıksız kalması halinde Yönetim Kurulu tarafından toplantıya çağrılan Genel Kurul tarafından;

  • Sermayenin üçte biri ile yetinme; Asgari sermaye ile itibari değer tutarlarını ihlal edecek nitelik taşımayacak şekilde sermaye azaltımı yapılarak zararın şirket bünyesi dışına atılması ve böylelikle sermayenin üçte biri ile yetinilmesine karar verilebilir. TTK m.473 ila 475 uyarınca esas sermaye azaltımı esas sözleşme değişikliği ve bu yolla pay sahiplerinin ile şirket alacaklılarının hak ve menfaatlerinin korunması amaçlanırken, TTK m.474/2 uyarınca zararlar sonucu oluşan bilanço açığının kapatmak amacıyla ve yalnızca bu oranda yapılacak sermaye azaltımında, Yönetim Kurulunca alacaklılara çağrı ve bunların haklarının ödenmesi ya da teminat altına alınmasından vazgeçilebilir. 
  • Tamamlama; Zararın ortakların payları oranında ortaklara dağıtılarak, sermaye artırımı yapılmaksızın ortaklarca sermaye tamamlama fonu hesabında toplanmak üzere ödeme yapılarak sermayenin tamamlanmasına karar verilebilir. Tamamlamada ortaklar oybirliği sağlanırsa her pay sahibi bilanço açığını kapatacak parayı vermekle yükümlüdür. Maddenin gerekçesinde açıklandığı üzere bu ek yükümlülük ne sermaye konulması ne de borç verilmesi olmayıp karşılıksızdır. Oybirliği sağlanamamışsa, bazı pay sahipleri kendi istekleri ile tamamlama yapabileceklerdir. 
  • Sermaye artırımı; Sermayenin zarar nispetinde azaltılması ile eş zamanlı olarak azaltılan miktar kadar veya daha fazla sermaye artırımına ya da azaltım yapılmaksızın doğrudan sermaye artırımına karar verilebilir.

Uygulamada şirketlerin finansal durumun düzeltici eylemlerden sermayenin zarar oranında azaltılması ile eş zamanlı olarak artırılarak zararın şirket bünyesi dışına çıkarılması Tebliğ ile düzenleme altına alındığı gibi, sermaye azaltımı yapmaksızın doğrudan sermaye artırımı yapma imkânı da getirilmiştir. 

  1. Borca Batık Olma (Teknik İflas)

Şirketin aktiflerinin şirket borçlarını karşılamaya yetmediğinin anlaşılması halinde borca batık olma durumu ortaya çıkmaktadır. Yönetim Kurulu tarafından düzenlenen şirket ara bilançoları ile şirketin borca batık olma durumu tespit edilirse, TTK m.376/3 uyarınca Yönetim Kurulu şirket merkezinin bulunduğu yer Asliye Ticaret Mahkemesine başvurarak şirketin iflasını istemekle yükümlüdür. Bununla birlikte, Tebliğ ile bu hususta önemli bir yenilik getirilmiştir. Tebliğ’in 12. Maddesine göre şirketin borca batık olduğunun tespit edilmesi halinde öncelikle yukarıda açıklanan önlemlerde birine başvurulması mümkündür. Söz konusu önlemlerden birinin alınmaması halinde Yönetim Kurulu tarafından şirketin iflası için mahkemeye başvurulacaktır.

Kur Farkı Zararlarına İlişkin İstisna

Tebliğ’in getirdiği diğer bir önemli yenilik ise, 01.01.2023 tarihine kadar TTK m. 376 kapsamında sermaye kaybı veya borca batık olma durumuna ilişkin yapılan hesaplamalarda, henüz ifa edilmemiş yabancı para cinsi yükümlülüklerden doğan kur farkı zararlarının dikkate alınmayacağıdır. Böylelikle şirketlerin içinde bulunduğumuz döviz kurundaki dalgalanmalar ve içinde bulunulan ekonomik durum nedeniyle teknik iflas ile karşı karşıya kalma risklerinin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.

Ticari Reklam Hizmetlerinde KDV Tevkifatı ve Gelir Vergisi Kesintisi

Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliği uyarınca tüm KDV mükellefleri ve belirlenmiş alıcılar ticari reklam hizmetlerinde 3/10 oranında KDV tevkifatı uygulamak zorundadır. Bu kapsamda 16 Şubat 2021 tarihli Resmi Gazetede “Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Seri No: 35)” uyarınca yapılan düzenleme aşağıdaki gibidir.


“2.1.3.2.15. Ticari Reklam Hizmetleri 2.1.3.2.15.1. Tevkifat Uygulayacak Alıcılar ve Tevkifat Oranı Tebliğin (I/C-2.1.3.1/a ve b) bölümünde sayılanların, Tebliğin (I/C-2.1.3.2.15.2.) bölümü kapsamındaki reklam hizmeti alımlarında (3/10) oranında KDV tevkifatı uygulanır. 2.1.3.2.15.2. Kapsam Ticari reklam, ticaret, iş, zanaat veya bir meslekle bağlantılı olarak; bir mal veya hizmetin satışını ya da kiralanmasını sağlamak, hedef kitleyi oluşturanları bilgilendirmek veya ikna etmek amacıyla reklam verenler tarafından herhangi bir mecrada yazılı, görsel, işitsel ve benzeri yollarla gerçekleştirilen pazarlama iletişimi niteliğindeki duyurulardır. Tevkifat kapsamına, mal veya hizmetlerin tanıtım ve pazarlamasına yönelik her türlü ticari reklam hizmeti alımları (reklama ilişkin danışmanlık, reklamın planlanması, reklam içeriğinin hazırlanması ve tasarımı, reklamın yayımlanması gibi reklama yönelik hizmetler dahil) girmektedir. Yüklenicileri tarafından tamamen veya kısmen alt yüklenicilere veya daha alt yüklenicilere devredilen ticari reklam hizmetlerinde, işi devreden her yüklenici tarafından, kendisine ifa edilen hizmete ait KDV üzerinden tevkifat yapılır. Reklam hizmetinin, reklam ajansları üzerinden alınması, söz konusu ajansların bu kapsamda alacakları yayın, prodüksiyon gibi reklama yönelik hizmetlerin tevkifata tabi tutulmasına engel teşkil etmez. Profesyonel spor kulüplerinin (şirketleşenler dahil) reklam hizmetleri Tebliğin (I/C-2.1.3.2.9.) bölümü kapsamında, tasarımı yapılmış olan reklamlara ilişkin baskı ve basım hizmeti alımları Tebliğin (I/C-2.1.3.2.12.) bölümü kapsamında değerlendirilir.”

İnternet reklamları ile ilgili hizmetler kapsamında düzenlenecek faturalarda dikkat edilmesi gereken hususlar aşağıdaki gibidir.

•             3/10 KDV tevkifatı uygulaması KDV mükellefiyeti olan gerçek ve tüzel kişiler için geçerlidir. KDV mükellefiyeti olan firmaların aylık hizmet tutarı KDV dahil 2.000 lira ve üzerinde olması durumunda faturaları 3/10 KDV tevkifatı uygulamasını dikkate alarak düzenlemeleri gerekmektedir. 

•             KDV mükellefiyeti olmayan şahısların kazançlarında tam (10/10) KDV tevkifatı uygulanmaktadır. 

•             KDV mükellefiyeti olmayan şahıslar ve KDV mükellefiyeti olan gerçek kişilerden %15 gelir vergisi stopajı kesintisi yapılmaktadır. 

Düzenlenecek faturalarla ilgili örnek hesaplamaları aşağıda bulabilirsiniz.

İnsan kaynakları departmanı yöneticimiz Neslihan Çelebi Gedik, sosyal güvenlik işlemleri kapsamında son dönemde öne çıkan önemli konuları listeledi.

1-            Geçerli çalışma izni bulunan yabancı çalışanın, uyruğu bulunduğu ülke ile Türkiye arasında Sosyal Güvenlik Anlaşması varsa ve sosyal güvenlik primleri uyruğu bulunduğu ülkede ödeniyorsa, sözleşmelerde öngörülen süreler kadar bu yabancı çalışan Türkiye’de sosyal güvenlik yükümlülüklerinden muaftır.

2-            4857 sayılı Kanunun 55’inci maddesine göre yıllık ücretli izin hakkının kazanılabilmesi için, işçinin bir (1) yıl çalışmış olması gerekir. Bir (1) yıldan az çalışanlara, çalıştıkları süre ile orantılı olarak yıllık izin hakkı tanınmaz.

3-            Süt izni süreleri, günlük çalışma süresinden sayılmaktadır. Kadın işçinin, süt izni olan günlük bir buçuk (1,5) saatlik zaman diliminde çalışmış olması durumunda, bu çalışma fazla mesai olarak değerlendirilecektir. (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 27.04.2017, 454367375, Ocak, K.1, B.6, 1015-1016)

4-            4857 sayılı İş Kanunu ek madde 2’ye göre babalık izni beş (5) gün olup, mazeret niteliğinde bir ücretli izin türüdür. Kanunda babalık izni “gün” ibaresi ile belirtildiğinden hafta sonuna veya resmi tatile denk gelmesi halinde işlemeye devam eder.

5-            Aynı iş yerinde çalışacak birden fazla yabancı adına çalışma izni alınabilmesi için her bir (1) yabancı için beş (5) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının istihdam ediliyor olması şarttır. Çalışma izni başvurusu yapan yabancının şirket ortağı olması halinde beş kişilik istihdam şartı, Bakanlıkça verilecek bir yıllık iznin son altı ayı için aranır.

Arşiv uzmanımız Çağlar Atabay fiziksel ve dijital arşivleme hizmetlerimiz kapsamında yapılabilecekleri ve bu sayede elde edilebilecek kazanımları sıraladı.

Dijital arşiv kurulumu sağlıyor, arşiv kullanımınızı hızlı ve güvenli hale getiriyoruz. Bu sayede aradığınız tüm belgelere kaybolma ve zarar görme riski olmadan istediğiniz anda erişebilirsiniz.

Evraklarınızı tasnif ediyor ve fiziki arşivinizi düzenliyoruz. Hiçbir bilgi ve belge kaybı olmadan arşiv için ayırdığınız alandan %40’a varan kazanım sağlayabilirsiniz. Bu sayede arşivinizin yönetimi çok daha kolay olacaktır.

Fiziki saklama hizmeti veriyoruz. Saklama zorunluluğunuz olan tüm belge ve bilgilerinizi sizler için çok düşük ücretler ile tesisimizde muhafaza ediyoruz.

ISO 27001 Sertifikası ve Kalite Yönetim sistemleri için destek veriyoruz. Elektronik Belge Yönetim Sistemi (TS 13298) ve ISO 27001 standartlarında tüm arşivinizi hazırlıyor ve size kurumsallaşma süreçlerinde profesyonel hizmet veriyoruz.

Kalite Yönetimi departmanı şirket ortağımız Tevfik Osman Ünaydın belgeleme işlemlerine ilişkin temel konuları yorumluyor:

“1999 yılından bugüne, neredeyse 25 senedir “kalite sistemi için ne kadar doküman hazırlanmalı” sorusuyla sıkça karşılaştım. Kalite süreçleri ile ilgilenen herkesin aklına gelen ve cevaplaması oldukça zor olan bu sorunun yanıtı aslında standardın nasıl okunması gerektiğini bilmekten geçiyor.

Standardın içinde, belgeleme ifadesi geçen her yerde bir doküman hazırlama ya da kayıtları saklama zorunluluğu bulunmakla birlikte, 2000 yılı revizyonu sonrasında kalite standardı, sonuç ve performans odaklı bir süreç yönetimine dönüşmüştür. Hedeflenen sonuçlara ulaşmada iki tip dokümantasyon stratejisi vardır:

Doküman ağırlıklı bir kalite sistemi uygulayarak tüm sistemi belgelemek veya Çalışanların yüksek eğitim, bilinç seviyesine sahip olmasını sağlayacak insan kaynakları politikaları ile minimum dokümantasyon gerekliliklerini karşılayacak bir kalite sistemini hayata geçirmek.

Bugün, dünya çapında lider firmaların kalite yönetim uygulamalarında optimum dokümantasyon, ya da bir başka deyişle gereken yerde, gerektiği kadar belgeleme stratejisi izlenmektedir. Dijitalleşme ile birlikte basılı dokümanlar yerlerini elektronik belgelere bırakmıştır.

Kalite yönetimi süreçlerinizdeki dokümantasyon sadeleştirme ve iyileştirme ihtiyaçlarınız için bizimle iletişime geçebilirsiniz.”

Rekabet Kurulu’ndan İzin Alınmasını Gerektiren M&A İşlemlerinde Değişiklik

Rekabet Kurumu tarafından çıkarılan ve 04.03.2022 tarihli Resmi Gazete’de, Rekabet Kurulu’ndan İzin Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ’de (“Tebliğ”) Değişiklik Yapılması Hakkında Tebliğ (“2022/2 sayılı Tebliğ”) yayınlanmıştır. 04.05.2022 tarihinde yürürlüğe girecek olan 2022/2 sayılı Tebliğ ile bildirim yükümlülüğü kapsamına teknoloji teşebbüsleri de dahil edilirken, Rekabet Kurulu’nun iznine tabi birleşme ve devralma işlemlerinde ciro eşiklerinde değişikliğe gidilmiştir.

Birleşme ve Devralma İşlemlerinde Yeni Ciro Eşikleri

Son yıllarda ekonomide yaşanan ani kur dalgalanmaları nedeniyle, Rekabet Kurulu’nun iznine tabi birleşme ve devralma işlemlerine ilişkin ciro eşikleri aşağıdaki şekilde güncellenmiştir:

•             İşlem taraflarının en az ikisinin ayrı ayrı Türkiye cirolarının eşiği 30 milyon TL’den 250 milyon TL’ye, ve işlem taraflarının Türkiye cirolarının toplamı sınırı 100 milyon TL’den 750 milyon TL’ye artırılmıştır.

•             Devralma işlemlerinde devre konu varlık ya da faaliyetin, birleşme işlemlerinde ise işlem taraflarından en az birinin Türkiye cirosu sınırı 30 milyon TL’den 250 milyon TL’ye, ve diğer işlem taraflarından en az birinin dünya cirosunun sınırı 500 milyon TL’den 3 milyar TL’ye artırılmıştır.

Böylelikle, birleşme ve devralma işlemlerinde yukarıda belirtilen eşiklerin aşılması durumunda söz konusu işlem için Rekabet Kurulu’ndan izin alınması gerekecektir.

Teknoloji Teşebbüsleri

Tebliğ’de yer almayan ve 2022/2 sayılı Tebliğ ile 4. maddenin birinci fıkrasına e) bendi eklenerek, “dijital platformlar, yazılım ve oyun yazılımı, finansal teknolojiler, biyoteknoloji, farmakoloji, tarım kimyasalları ve sağlık teknolojileri alanlarında faaliyet gösteren teşebbüsler veya bunlara ilişkin varlıkları” olarak tanımlanan teknoloji teşebbüslerine de bildirim yükümlülüğü getirilmiştir.

Bununla beraber, 7. Maddeye eklenen ikinci fıkra ile “Türkiye coğrafi pazarında faaliyet gösteren veya ar-ge faaliyeti olan ya da Türkiye’deki kullanıcılara hizmet sunan teknoloji teşebbüslerinin devralınmasına ilişkin işlemlerde yukarıda belirtilen 250 milyon TL eşiğinin aranmayacağı” belirtilerek, teknoloji şirketlerinin devralınmasına ilişkin işlemlerin Rekabet Kurulu denetimine tabi olması amaçlanmıştır.

Bildirim Formunun İletilmesi

Ciro eşiklerindeki güncelleme, teknoloji teşebbüslerine bildirim yükümlülüğü getirilmesi ve kapsama alınan teknoloji teşebbüsleri için getirilen istisnanın yanı sıra, birleşme ve devralma işlemlerine ilişkin bildirim formunun “elden veya posta yolu ile” ibaresine ek olarak e-Devlet üzerinden iletilmesine de olanak tanınmıştır.

Ayrıca, 2022/2 sayılı Tebliğ’in ekinde yer alan bildirim formununda da değişikliğe gidildiğinden, 04.05.2022 yürürlük tarihi itibariyle birleşme ve devralma işlemlerinde yeni bildirim formunun kullanılması gerekmektedir.

Mesken Kira Geliri Elde Edilmesi Durumunda Gelir Vergisi Beyanı

Mesken kira geliri elde eden gerçek kişilerin yıllık toplam kira gelirleri, 2021 yılı için belirlenen 7.000 Türk lirasının üzerinde ise, bu kişiler elde ettikleri kira gelirlerini içinde bulunduğumuz Mart ayı sonuna kadar beyan etmek ve beyanname üzerinde hesaplanan gelir vergisini ödemekle yükümlüdürler.

Gerçek kişilerin yıl boyunca elde ettiği yıllık mesken kira gelirinin 7.000 Türk lirası gelir vergisinden müstesnadır. Mesken kira geliri haricinde ayrıca ticari, zirai veya mesleki kazanç elde eden gerçek kişilerden, kazançları ayrı ayrı veya birlikte toplam 190.000 Türk lirasını aşanlar 7.000 Türk lirası tutarındaki mesken kira geliri istinasından faydalanamayacaklardır.

Kira geliri elde eden gerçek kişilerin bu gelirlerini hiç veya eksik beyan etmelerinin İdarece tespiti durumunda, mükelleflerin ödemeleri gereken vergiler geriye dönük cezalı olarak tahsil edilecek ve mükellefler 7.000 Türk lirası tutarındaki mesken kira geliri istisnadan yararlanma haklarını kaybedeceklerdir.

Vergı̇ Hukukunda “Ne Bıs In Idem” (Non Bıs In Idem) İlkesı̇nı̇ Değerlendı̇ren Anayasa Mahkemesı̇ Kararı Ve Olası Etkı̇lerı̇

Anayasa Mahkemesi (AYM / Mahkeme) 2019/4 esas, 2021/78 karar ve 04/11/2021 tarihli kararında; hukuki güvenlik, hukuki belirlilik ve adil yargılanma hakkına ilişkin ceza hukuku ilkelerinden olan “ne bis in idem(aynı fiilden dolayı birden fazla yargılanmama veya cezalandırılmama) temel kuralının, vergi suç ve cezalarını inceleyen ve vergi hukukunun alt dalı olan vergi ceza hukukundaki varlığı hakkında önemli tespitlerde bulunmuştur. 09.03.2022 tarihinde Resmî Gazete ’de yayımlanan kararında Mahkeme, “ne bis in idem” ilkesine aykırılığın ortaya çıkabilmesi için gerçekleşmesi gereken aşağıdaki beş koşulu tespit etmiştir:

  1. Ceza ile ilgili bir muhakeme sürecinin bulunması
  2. Ceza ile ilgili muhakeme sürecinin sonunda kesinleşmiş bir mahkûmiyet veya beraat hükmü olması
  3. Bahse konu fiile ilişkin yeniden bir ceza muhakemesinin başlatılması
  4. Farklı muhakemelerin (adli ve idari) bire bir aynı veya büyük ölçüde aynı olgular içeren ve aynı zaman ve mekânda gerçekleşen fiile ilişkin olmaları
  5.  “Ne bis in idem” ilkesinin istisnalarından birine girmemesi (yeni bir delilin ortaya çıkması veya davanın sonucunu etkileyebilecek esaslı bir kusurun ortaya çıkması veya ceza muhakemesinin bir bütünün parçaları olacak şekilde bağlantılı biçimde yürütülmesi gibi istisnalara girmemesi)

Vergi muhakeme hukukunu düzenleyen 213 sayılı Vergi Usul Kanunu (VUK), aynı fiil nedeniyle hem idari para cezasını gerektiren kabahatleri hem de hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren suçları belirlemiştir. Buna göre, vergi hukukunda, hem adli yargının (ceza mahkemesi) hem de idari yargının (vergi mahkemesi) gerçekleştirdiği muhakemeler söz konusudur. Anılan Kanunun 336’ncı maddesi ise “farklı neviden fikri içtima” (tek bir fiille birden fazla suçun oluşmasına sebep olan kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı yaptırıma tabi tutulur) kuralının vergi ceza hukukundaki yansımalarından olup vergi ziyaı ile usulsüzlük yaptırımlarını gerektiren fiillerin tek bir fiille gerçekleştirilmesi durumunda her iki kabahat için belirlenen cezalardan en ağır olanın uygulanacağını hüküm altına almıştır. Ancak, bir fiilin hem vergi kabahati kapsamında idari para cezası yaptırımına tabi olması hem de vergi suçu kapsamında adli cezaya tabi olması halinde, en ağır yaptırımın uygulanacağına yönelik bir düzenleme VUK ’ta yer almamakta olup adli cezanın ve idari para cezasının ayrı ayrı uygulanacağı ifade edilmiştir. Bir başka deyişle vergi hukukunda aynı fiille farkı yaptırımların söz konusu olabilmesi kanun koyucu tarafından uygun görülmüştür.

Anayasa Mahkemesi, hem adli yargılamaya (hürriyeti bağlayıcı ceza yaptırımına tabi vergi suçu) ait hem de idari yargılamaya (vergi ziyaı cezası veya usulsüzlük cezasına tabi vergi kabahati) ait süreçlerin bir bütünün parçaları olarak bağlantılı şekilde yürütülmesinin, bu yargılamalar sonucunda ağır bir külfet oluşturmayacak şekilde yaptırımların uygulanmasının ve böylelikle birden fazla cezanın tatbik edilmesinin “ne bis in idem” ilkesi tarafından dışlanmadığını ve bu durumun kanun koyucunun iradesine bağlı olduğunu kabul ederek VUK madde 340’ı, adil yargılanma hakkını içeren Anayasanın 36’ncı maddesine aykırı bulmamıştır.

Ancak AYM; VUK’un 367’nci maddesinin altıncı fıkrasını (VUK 367.6), vergi suçu ve vergi kabahatinin tespiti için gerçekleşen muhakemenin sonucunda uygulanacak yaptırımlardaki (adli ve idari) bağlantının ne şekilde kurulacağına yer vermemesi, kişinin bir yargılama sonucunda tabi tutulacağı yaptırımın diğer yargılamada dikkate alınmamasının kişi üzerinde aşırı bir külfet oluşturabilmesi ve bu durumların adil yargılanma hakkı güvenceleri ile bağdaşmamasından dolayı iptal etmiştir. Bir başka deyişle, Mahkeme’ye göre anılan kural (m. 367.6) vergi suçu ile vergi kabahatine ilişkin yargılama süreçleri arasında bağlantı kurulmasına engel teşkil ettiğinden adil yargılanma hakkının güvenceleri ile bağdaşmamaktadır ve iptali gerekmiştir.

Bu arada ifade etmek gerekir ki AYM, söz konusu kararında itiraz konusu olan diğer normlardan, VUK madde 359’un (b) fıkrası ile VUK madde 359’un son paragrafının ve VUK madde 367’nin beşinci fıkrasının da tıpkı mezkûr kanunun 340’ıncı maddesi gibi Anayasaya aykırı olmadığına karar vermiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin VUK 367.6 kuralını iptal etmesinin bundan sonraki muhakeme süreçlerine etkileri hakkında değerlendirme yapılması gerekirse ilk olarak belirtmek gerekir ki aynı fiil karşılığında adli yaptırım (hürriyeti bağlayıcı ceza) ve idari yaptırım (vergi ziyaı veya usulsüzlük cezaları) uygulanmasına devam edilebilecektir zira AYM; “ne bis in idem” ilkesinin, aynı fiile farklı mahkemelerce bir bütünlük içerisinde ceza verilmesini dışlamadığına özellikle vurgu yapmaktadır. Mahkeme’nin anayasaya aykırı bulduğu husus, muhakeme süreçlerini yöneten mahkemelerin birbirlerinden bağımsız şekilde hareket etmelerinin ve ortaya çıkacak ağır külfetin adil yargılanma hakkına aykırı olduğudur. Bir başka deyişle, farklı mahkemelerin karar verdiği farklı neviden bu yaptırımların tespit edilebilmesi için gerekli muhakeme süreçlerinin bir bütünlük içerisinde ve birbirleriyle bağlantılı olarak yönetilmesi gerekecektir. Dolayısıyla artık ceza mahkemesi karar verirken vergi mahkemesini, vergi mahkemesi de karar verirken ceza mahkemesini dikkate almak durumundadır. Böylelikle her iki mahkeme tarafından hükmedilen yaptırımların, fail için ağır külfet oluşturmaması ve aynı fiilin bir bütünlük içerisinde hukuk devletince yargılanabilmesi sağlanacaktır. Ayrıca ceza muhakemesi sonucunda suçluluğu tespit edilenlerin, vergi davalarını kazanmaları durumunda yargılamanın yenilenmesi mümkün olacaktır. Böyle bir durumda ceza mahkemesi, vergi mahkemesinin verdiği hükmü dikkate alarak uygulayacağı yaptırımı ortadan kaldırabileceği gibi ağır bir külfet ortaya çıkmaması adına cezada indirime gidebilecektir. Keza vergi mahkemelerinde de ceza mahkemelerin verdiği kararlara göre yargılamanın yenilenmesi veya ceza indirimleri mümkün olacaktır. VUK 367.6 hükmünün Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesinin vergi ceza hukukundaki etkileri zaman içinde çok daha belirgin hale gelecektir.